Page 51 - Kastamonu Genç Akademi Dergisi 3. Sayı
P. 51
yeterli desteği veremediklerinden bunun yeni bir stres kaynağı yarattığı açıkça ortadadır (Karaman ve
Bulut, 2018). Başka bir ülkede kalmak dil sorunu ortaya koymakla birlikte uyum sürecini
zorlaştırmaktadır ancak yapılan çalışmalarda bu süreçte dil öğrenmenin düşünsel yapıya etkisinin pozitif
yönde etkisi araştırılmıştır (Kaplan ve ark., 2015).Dil sorunu beraberinde gerekli eğitimi almada ülkenin
eğitim sistemini sorgulamak gerektiğini ifade etmektedir. Türkiye’de yaklaşık olarak 1,500,00 Suriyeli
mülteci çocuk vardır ve okula kayıtlı öğrenci sayısı 325,000’dir ( UNICEF, 2016 akt., Kağancı, 2017).
Bu durumda bu çocukların eğitimi ülkenin Eğitim sistemine uyum sağlamaları devlet sistemlerinin
elindedir. Gerekli uygulamalarla mülteci çocukların tüm hayatını etkileyecek bir düzen getirilecek
olması bu çocuk ve ergenlerin stres düzeylerini azaltabilir (Karaman ve Bulut, 2018). Eğitim sürecine
uyum süreci arkadaşlık ilişkileri, sosyal yaşam, kültürel olarak uyumu da beraberinde getirmektedir.
Bunun yanı sıra aile içi çatışmaların en aza indirgenmesi, kültürel inançlarının desteklenmesiyle uyumu
kolaylaştırarak stresi azaltacak etkiye sahip olacaktır (Karaman ve Bulut, 2018). Barınılan ülkede günlük
yaşama uyum sürecinde mültecilerin algıladığı ayrımcılık veya mültecilere yönelik tutum önemli bir
faktördür (Kağnıcı, 2017). Türkiye’de bu durum gözlendiğinde uyum sürecinde Türkiye’de olmanın iyi
olarak değerlendirildiği görülmektedir (Apak, 2014). Özellikle Türkiye’de güney doğu illerinde
mültecilerin akrabalarının olması, ayrımcılığa uğramamaları, dini gerekliliklerini rahatça yerine
getirmeleri, halka ilişkilerinin iyi olması, yabancılık duygusu yaşamamaları gibi faktörlerle beklentileri
karşılanmıştır (Kaya, 2015). Diyarbakır ve Batman illerinde yapılan bir çalışmada Suriyeli mültecilerde
TSSB olup olmadığı ve düzeyini tespit etmek amacıyla Diyarbakır’dan yaklaşık 200 kişi ve Batman’da
sürekli olarak gelen mülteci sayısının belirlenememesiyle bir çalışma yürütülmüştür. Çalışmada
katılımcıların yaklaşık %60’ı erkek, yaklaşık %40’ı kadındır. Yaş bakımından katılımcıların yaklaşık
%90’ı 18 yaş altı çocuk ve ergenden oluşmaktadır. Katılımcıların yaklaşık %60’ı savaş kayıplarının
olduğu, katılımcıların yaklaşık %55’i ölüme şahit oldukları, katılımcıların yaklaşık %65’i rehin alınma
olayını yaşadıkları, yaklaşık %70’i şiddete maruz kaldıkları, yaklaşık %70’i yaralanma yaşadıkları,
yaklaşık %40’nın cinsel istismar yaşadığı ve son olarak hemen hepsinin patlamaya tanıklık ettikleri
tespit edilmiştir (Binay, 2016). Bu değişkenlerden günlük yaşamına etkisi düşünüldüğünde TSSB riskini
arttırdığı ve birinci sırada cinsel istismar değişkenin olduğu ikinci sırada savaş kaybı, üçüncü sırada
ölümle tanıklığın, dördüncü sırada şiddete maruz kalmanın, beşinci sırada yaralanma ve son olarak
patlamaya tanıklık değişkenlerinin de orta düzeyde TSSB riskini etkilediği görülmüştür (Binay, 2016).
İstanbul’da geçici ve koruma altında yaşayan 12-18 yaşları arasındaki yaklaşık 430 Suriye kökenli
ergenlerle anket soruları üzerinden ergenlerin sahip oldukları sosyodemografik değişkenlerin travmatik
yaşamla ilişkisi düşünüldüğünde TSSB belirtileri gösterip göstermedikleri, TSSB ile travmatik deneyim,
dini başa çıkma ve sosyal destek düzeyleri arasında anlamlı bir ilişkisine göre bu durumların
betimlenmesi yapılmıştır. Katılımcıların sosyodemografik özelliklerine göre katılımcıların
çoğunluğunun ailesiyle birlikte yaşadıkları, katılımcıların Türkiye’de yaklaşık 5 senedir ikamet ettikleri,
çoğunluğunun mülteci kampı deneyimi yaşamadıkları, yaklaşık 30 katılımcının anne veya babasından
birinin vefat ettiği, yaklaşık 140 katılımcının savaş nedeniyle aile bireylerinden ayrı kalmak zorunda
kaldıkları, katılımcıların aylık gelirlerinin asgari ücretin altında oldukları ve ailenin eğitim düzeylerinin
düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu grupla yapılan çalışmada TSSB oranı yaklaşık %50 olarak
saptanmıştır. Değişkenler açısından bireylerin yaşları, ailesiyle yaşayıp yaşamadığı, savaşın getirdiği
zorunlu ayrılık, katılımcının kendisinde veya aile birilerinden birinin psikolojik bir bozukluğa sahip
olma durumu istatiksel olarak TSSB belirtilerinin göstermeleri yüksek düzeyde olup tüm bu
değişkenlerle anlamlandırılmıştır (Altınışık 2020).