Page 38 - Kastamonu Genç Akademi Dergisi 1. Sayı
P. 38
Tüketim kültürünün metalaĢtırıcı imgeleri tarafından kuĢatılan modern bireyin aile
iliĢkilerinde de yeniden dengelenmeye ihtiyacı vardır. EĢler arasında karĢılıklı sevgi,
saygı, nezaket, adalet, merhamet, sadakat ve bağlılık değerlerinin hakça paylaĢılan rol,
görev ve sorumluluklarla dengelendiği modellere ihtiyacımız olduğu açıktır. Zira aile,
doğumundan itibaren yaĢama tutunabilmesini sağlayacak imkânların oluĢturulması
konusunda bireyi destekleyen kurumların baĢında gelir. Dolayısıyla, birey açısından
ailede kazanılmayan tutum, davranıĢ ve alıĢkanlıkların yaĢamın sonraki yıllarında elde
edilmesi neredeyse imkânsızdır. Aile, temel değerlerin benimsenmesi ve taĢınması
bakımından, bireyin yaĢamında baĢka kurumlar tarafından karĢılanması mümkün
olmayan iĢlevlere aracılık eder.
11) Dünyayı etkisi altına alan ve ülkemize de yansıyan sekülerleĢme sürecini nasıl
değerlendiriyorsunuz? Bunu bir Müslüman olarak nasıl okumalıyız?
19. yüzyılda modernleĢmenin etkisiyle dinin zamanla modern toplumlarda bütünüyle
yok olacağı düĢüncesi, sekülerleĢmenin ana tezini oluĢturmuĢtur. Ġlerleyen dönemde
yapılan deneysel çalıĢmalar ve gözlemler, durumun gerçekte böyle olmadığını, dinin
tamamen yok olmak bir yana, farklı Ģekillerde daha da görünür hale geldiğini
göstermiĢ ve böylece sekülerleĢme tartıĢması da ana paradigmasını değiĢtirerek farklı
bir boyut kazanmıĢtır. Sosyologlar bu kavramı, genel çerçeve olarak, dinî otoritenin
toplumsal yer, zaman, hizmetler, kaynaklar ve personel üzerindeki kontrolünü
kaybettiği, deneysel usuller ile dünyevî gayelerin dini ve kutsal olan amaçlara yönelik
ritüelistik ve sembolik aksiyon örneklerinin yerini aldığı çeĢitli süreçleri ifade etmek
için kullanmıĢlardır. Bugün sekülerleĢme olgusu, lehte ve aleyhte toplanan kanıtlara
dayalı olarak çok boyutlu tartıĢılmaya devam etmektedir. Müslümanların bu süreçteki
durumlarının genellikle reaktif olduğu izahtan varestedir. Oysa bugün hayatın her
alanında proaktif politika ve yaklaĢımların desteklendiği bir dünyada yaĢıyoruz.
Müslümanlar olarak bu yüzyılı da ıskalamak istemiyorsak, dünyanın değiĢen
koĢullarını doğru okumak, etkin ve özgün politikalar tasarlamak, insani ve kültürel
sermayemizi yeniden harekete geçirmek, kendimize gelmek ve güvenmek
durumundayız. Eğer tarihin nesnesi değil yeniden aktif öznesi olmak istiyorsak,
çözüm için bundan baĢka bir tercihimizin olduğunu düĢünmüyorum. Böylesine bilinçli
bir tercih, sekülerleĢme sürecini lehimize döndürebilir; bizi yeniden köklerimizle ve
yaĢadığımız dünyanın riskleri gibi fırsatlarıyla da gerçekçi biçimde yüzleĢtirebilir.
33