Page 15 - Kastamonu Genç Akademi Dergisi 3. Sayı
P. 15

Tevfik bunun ardından Şebüsterî'nin birçok ilme âşinâ olduğu gibi mantığı da pek âlâ bildiğini,
               fakat  mantıkla  "hakâyık-ı  müte'âliye"ye  (veritestranscendentales)  erişilemeyeceğini  iddia
                                  15
               ettiğini  ifade  eder.   İşte  bu  son  nokta,  ilgili  zorluğun  çözümüne  dair  önemli  bir  ipucu
               barındırmaktadır, zira sufilerin mantığı, dolayısıyla aklı, felsefeyi külliyen reddetmediklerini,
               yalnızca onları en yüce  hakikat olan Tanrı bilgisine erişmede yetersiz gördüklerini belirtir.
               Tevfik’in  aşağıdaki  ifadesinin  başındaki  “marifet-i  Hakk  bahsinde”  kaydı  da  aynı  noktayı
               gözler önüne serer:


               "Sûfiyyema'rifet-i Hakk bahsinde mantığın delâletine kat'anhâcet görmezler ve o nev' ulûma
                                                 16
               zerre kadar ehemmiyet vermezler."


               Tevfik sufilerin kendi maksatları olan marifetullah hususunda istidlâlî felsefenin yöntemi olan
               mantığa neden itibar etmediklerini de açıklar. Buna göre sûfîler bütün var olanların tek bir
               mutlak varlığın sayısız tecellilerinden ibaret gördükleri için, marifet de o Hakk olan mutlak
               varlığın  cemâlini  görebilmek  için  örtüyü  kaldırmakla,  yani  "her  şeyin  zahirinden  bâtınına,
               görünüşünden hakikatine, sûretindenmâhiyetine ve "Ayn-ı Sâbite"sine (entitéimmuable) nüfûz-
                                                                               17
               ı nazar" etmekle olur. Bu kâbiliyyet ise mantıkla tahsîl olunamaz.


               Böylece mutlak varlığı görebilmenin başka türlü bir göz istediğini söyleyerek felsefî metoda
               uzak duran sufilerin, aynı şekilde duyulara da bu bahiste itibar etmemeleri doğal olmuştur. Zira
               onlar duyularla idrak edilen maddi ve duyusal şeylere esasen gerçek varlık tanımazlar. Onlar
               olsa olsa gölge varlıklardır. Bundan dolayı yine ma'rifet-i Hakk bahsinde olmak üzere onlar
               duyulara da itibar etmez, yalnızca üçüncü vasıta olan keşf-i zamîre (révélation de la conscience)
                                     18
               sıkı  sıkıya  bağlanırlar.   Tevfik  tasavvuf  yolunda  mantık  ve  istidlâlin  taklid  ve  uzun  hatta
               çıkmaz  yol  olarak  görülüp  tahkîkinma'nevîkeşfte  olduğunu  ilgili  beyitler  bağlamında  daha
                                     19
               uzunca açıklamaktadır.

               Tevfik yine başka bir makalesinde, hikmet-i sûfiyyenin hakikat bahsinde akla sınırlılığından ve
               yetersiz  gelmesinden  dolayı,  duyulara  da  yanıltıcılıklarından  dolayı  itimad  etmediklerini,
               yalnızca "gönlün sıdk-ı ilhâmâtına" inandığını belirtir. Sufilerin bu yönteme keşf-i zamîr ve
               usûl-i tahkik dediklerini söyledikten sonra, bu yöntem ile Platon'un yöntemi arasında bir fark
               bulunduğuna dikkat çeker. Buna göre her ne kadar Platon da duyuların şahitliğinde şüphe etse
                                                                 20
               de, o aklın delâletine kesin olarak itimat etmektedir.





               15 Bölükbaşı, “Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye -III-”, 100–101.
               16 İd., “Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye -IV-”, Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye, ed.
               Kemal Kahramanoğlu – Ali Utku (Çizgi Kitabevi, 2019), 107.
               17 Bölükbaşı, “Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye -IV-”, 108.
               18 Bölükbaşı, “Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye -IV-”, 109.
               19 Bölükbaşı, “Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye -IV-”, 110–111.
               20 Bölükbaşı, “Tasavvufta Kıyl ü Kâl ve Vecd ü Hâl”, 165–166.
   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19   20