Page 16 - Kastamonu Genç Akademi Dergisi 3. Sayı
P. 16
c. Tasavvufî Edebiyatın Çoğunun Şiir Formunda Olmasından Kaynaklı Zorluklar
Rıza Tevfik’in çoğunluğu tasavvufi karakterde olan pek çok edebî eseri felsefi bir gözle tahlil
etmesi, hem tasavvufî hikmetin felsefî değerini, hem de felsefenin şiirsel söylem içinden dile
21
getirilişini mesele kılma yönünde son derece özgün bir girişimdir. Bilindiği üzere Platon’dan
beri hâkim olmuş bir tavır uyarınca, şiir hatta genel olarak sanat hakkında özellikle de felsefi
açıdan yani – özellikle de klasik felsefede- hakikate erişme amacı bakımından olumsuz bir bakış
söz konusu olmuştur. Genel olarak Aristocu tarzda bir felsefeyi benimseyen Müslüman Meşşâî
filozoflar da şiiri kesin bilgi veren burhani yöntemin dışında, daha ziyade duyguları harekete
geçiren bir ifade tarzı olarak görmüşlerdir. Felsefe tarihinde böyle bir genel temayül söz konusu
22
olmuşken, “Bizde tasavvuf felsefe olduğu kadar da şiirdir” diyen, bununla da kalmayıp, “Ben
23
öteden beri iddia ederdim ki tasavvuftan ziyade şiire elverişli bir felsefe yoktur” diyen Rıza
Tevfik’in, hem bu ifadelerini hem de tasavvuf şiirini felsefi olarak ele alma tarzındaki genel
mesaisini meşrulaştıracak biçimde, en temelde şiir-felsefe ilişkisine dair hesabı verilebilir bir
kavrayış sahibi olması beklenir. Gerçekten de onun makalelerinde birkaç yerde böyle bir
kavrayışı ortaya koyduğuna şahitlik edilir. Aşağıda alıntılayacağım kısım, onun felsefe, şiir,
metafizik,estetik tecrübe ve dinî tecrübe ilişkisine dair çok önemli bir yaklaşımını
yansıtmaktadır:
“(…) ben zann ederim ki felsefe, en yüksek tabakât-ı mücerredeye varınca –ma’nâ-yı sahihi ile-
ilmin hudûd-ı salâhiyetini aşar, hattâmücerredât-ı fikriyye şekliyle beraber kıvâmını da
büsbütün zâyi’ edince –duman gibi- perişan ve muzmahilolur; ve o hâlde kayd-ı güftâra
giremez, ele avuca sığar bir fikir kalmaz. Binâenaleyh ilim tahakkuk edemez. Ma’mâfîh her ân
ve her dakika vücudunu istiş’ârdan ve “Ben varım!..” diye nidâ etmekten fâriğ olmayan
vicdânın olanca kâbiliyyet-i ilim ve idrâki fevkinde bir varlığa îmânımız o hâlde artar, eksilmez.
O zaman, fikir tamâmenmuzmahil olur, fakat yalınız “hiss-i samîmî”nin (sensintime) şehâdeti
hâkim olarak kalır. O vakit insan düşünmez, düşünemez! Duyar, samîmiyyen duyar ki bu kâ’inât
“hiç” değildir. Bir şey vardır. İşte bu his en ulvî ma’nâsiyleşi’rinmenba’-ı ilhâmıdır. Bizi
kâ’inâta bağlayan ve kudret-i fâtıra ile samîmiyen ve dâ’imiyentemâsda bulunduran en kavî
râbıta odur. Bu duyguyu ma’kûlâtsûretinde tercüme edebilirseniz mâba’de’t-tabî’iyyât
meselelerine vücûd vermiş olursunuz ki, onların her biri birer “muammâ-yımuğlak”dır
(enigmeinexetricable). Yalnız hissî bir sûret verirseniz “şi’r”(poésie) olur. Şu takdirce felsefe-
i mâba’de’t-tabî’iyye de, şi’r de aynı menba’dan feyz-i ilhâm alır ve mevcûdât-ı
mümkinedenbüsbütün kat’-ı alâka edecek kadar tecerrüd ederse felsefe ile şi’r arasında fark
24
kalmaz demektir.”
Böylece Rıza Tevfik “Bir mertebeye varınca sanat ile felsefe birleşiyor, hattâ zevk-i bediînin
25
en yüksek derecesini “hiss-i dinî”den fark etmek mümkün olmuyor” kanaatini açıkça ifade
eder. Böylece o, tasavvufî eserlerin, şiir bile olsalar, geride zikredildiği üzere içerdikleri
görüşler bakımından felsefî incelemeye tâbi tutulabilecekleri mülahazasına ilâveten, tasavvuf
ile şiir ve felsefe arasında kurduğu ilişkiye tasavvufî edebiyata ilhamını veren özel tecrübenin
yüceliği üzerinden bir zemin de oluşturmaktadır.
21 Utku – Kahramanoğlu, “Rıza Tevfik'in Şebüsterî Okuması”, 16–17.
22 Rıza Tevfik Bölükbaşı, “Estetik (Esthetic)”, Dârülfünun Felsefe Ders Notları, ed. Ali Utku – Erdoğan Erbay
(Konya: Çizgi Kitabevi, 2009), 180.
23 İd., “Emerson Nazarında Şair Nedir ve Kimdir”, Tekke ve Halk Edebiyatı Makaleleri, ed. Abdullah Uçman
(İstanbul: Dergah, 2015), 280.
24 İd., “Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye -II-”, Gülşen-i Râz Hakkında Tetebbu'ât-ı Felsefiyye, ed.
Kemal Kahramanoğlu – Ali Utku (Çizgi Kitabevi, 2019), 96.
25 İd., “Makâm-ı Hayret”, Tekke ve Halk Edebiyatı Makaleleri, ed. Abdullah Uçman (İstanbul: Dergah, 2015), 258.